Etiket arşivi: Stephan Mallarmé

Dr. Özgür Uçkan

Kaç koltuk? Kaç karpuz?

İpek Aral Kişioğlu, kısa zamanda önemli bir boşluğu doldurmaya başlayan İK blogunun konuk yazarlar kategorisinde mesleğim hakkında yazı yazmak için beni davet ettiğinde, “iyi ama hangi mesleğimi yazacağım” diye ayak diremiştim. O da, sağolsun, “Ben eğitim süreciniz ile gelişen bu geniş yelpazeyi nasıl oluşturduğunuzu, sizi motive eden, yönlendiren etmenleri ve hedeflerinizi yazmanızı çok isterdim” diyerek direncimi kırdı. Bu yazıda söylediği şeyi yapmaya çalışacağım. Zor olacak. Yazı da biraz “eklektik” duracak, tıpkı benim meslek hayatım gibi…

Eşim hep şikayet eder: “kocan ne iş yapıyor” sorusuna kısa yoldan cevap bulamadığı için… Haksız sayılmaz. Şimdi, dışardan bakınca akademisyen gibi görünüyorum. Akademik bir ünvanım var, bir üniversitede ders veriyorum. “Adamın mesleği bu işte, akademisyen”, derseniz pek doğru olmaz. Çünkü dışardan ders veriyorum, yaptığım tek iş bu değil, üstelik de ilk bakışta birbiriyle ilgisi kolay kurulamayacak konularda ders veriyorum. Üniversitenin Kültür Yönetimi bölümüne bağlıyım, verdiğim derslerden biri kültür ekonomisi ve network etkisi hakkında. Verdiğim bir başka ders, bilgi ekonomisi, ağ ekonomisi ve network kültürünü birbirine bağlıyor. Bir başka dersim ise elektronik enformasyon tasarımı ve yönetimi konusunda. Bir diğeri ise kişisel verilerin korunması ve mahremiyet ile ilgili hukuksal bir çerçevede yer alıyor. Belki bütün bunlar arasında belli bir ilişki kurulabilir. “Network” hepsinin bir şekilde ortak noktasını oluşturuyor. Ama yine de pek alışıldık bir durum olmadığını kabul edin.

Gelelim diğer işlerime: Şirketlere ve kuruluşlara kurumsal iletişim danışmanlığı veriyorum. Bazen bu danışmanlık iletişimin hafifçe dışına taşıp iş geliştirme ve inovasyon stratejilerine de uzanabiliyor. Bazı bilişim sivil toplum kuruluşlarına (TBV, TÜBİDER, TBD) bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi politikaları ile ilgili danışmanlık veriyorum. Bu danışmanlık özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinin ülke kalkınmasındaki rolü ile ilgili olarak oluşturulması gereken ulusal politika ve stratejilerle ilgili. İhracatçı birliklerinin çatı örgütü Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin bilgi ekonomisi danışmanıyım. Bu işim, ihracat odaklı büyümede bilgi ekonomisinin, özelikle Ar-Ge ve inovasyonun rolü odaklı ve ihracatçı KOBİ’lerin bilgi ekonomisi paradigmalarına uyumlaştırılmaları ile ilgili çalışmaları kapsıyor. Yaklaşık bir yıldır da oldukça kapsamlı bir işin içindeyim: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın açmış olduğu ihale sonucunda “Bilişim Vadisi Projesi”’nin fizibilite çalışmalarını yürüten ekibin bir parçasıyım. Projenin iletişim stratejisinden sorumluyum, ama yürüttüğüm çalışmalar bunu biraz aşıyor: teknoparklar, bilim ve teknoloji  parkları, inovasyon merkezleri gibi oluşumların son yıllarda yaşadığı gelişmeleri ve bu konulardaki trendleri inceliyorum, ki buna uygun bir iletişim stratejisi kurgulayabileyim. Bu da bilgi ve iletişim teknolojilerinin yanı sıra, biyoteknolojiden nanoteknolojiye, çevre ve enerji teknolojilerinden gıda ve sağlık teknolojilerine geniş bir ileri teknolojiler alanının gelişme dinamiklerini araştırmamı gerektiriyor. Haftalık bilgi teknolojileri dergisi BThaber’de köşe yazmamı “iş” olarak nitelemem doğru olmaz (http://www.bthaber.com.tr).  Bu, konuyla ilgili faaliyetlerimin bir parçası olarak bilgi paylaşımı gereği zaten.

Sosyal ağların müdavimleri, özellikle de Friendfeed kullanıcıları ve bloglarımı takip edenler bilirler, “net vatandaşlığı”, internet üzerinde fikir ve iletişim özgürlüğünün ve mahremiyet hakkının korunması, internet ve bilişim hukuku, bu alanlarda sivil aktivizm konularıyla da yakından ilgiliyim. Şu sıralar kurucularından olduğum netdaş hareketinin (http://www.netdas.org) ivmelenmesi için ciddi bir çalışma içindeyiz. Ayrıca Korsan Partisi hareketinin kuruluşuna da destek vermeye çalışıyorum (http://www.korsanpartisi.org).  İnternet sansürü ve bağlantılı konularda sürekli yazıp çiziyorum ve bu aktivizm alanında on yıldan fazla süren bir faaliyetim var. Bu bağlamda kendimi bir tür “dijital aktivist” olarak tanımlayabilirim.

Faaliyette bulunduğum bir başka alan ise sanat. Özellikle plastik sanatlar ve performans sanatları hakkında yazıyorum. Takip ettiğim sanatçılar var. Bu konuda bir miktar yayınım mevcut. Yazmak dışında, katıldığım veya organize ettiğim etkinlikler de bulunuyor. İnsanlara sanata olan ilgim “hobi” gibi geliyor, ama ben bunu duyduğumda şiddetle karşı çıkıyorum. Bu konuyu fazlasıyla ciddiye alıyorum. Önemsediğim ve gerçekleştirmeye uğraştığım projelerim var. Bu da benim için bir “iş” kısacası.

Bir kaç yıl önce, artık yetişemediğim ve beni fazlasıyla yorduğu için bıraktığım bir işim de vardı: “etkinlik yönetimi” (event management). Bu alanda halen faaliyette bulunan az sayıda şirketten birinin kurucu ortağı idim, ama şirketi devredip bu sektörden ayrıldım. Yaklaşık onbeş yıl reklam sektöründe, sonra da etkinlik tasarımı ve yönetimi işinde çalıştım. Yukarda saydığım işlerimin bir kısmının yanı sıra yani. Bu işin o işlerden daha fazla kazandırdığını itiraf etmem gerek. Ama daha yorucu olduğu da aynı ölçüde doğru. Dolayısıyla işin ağır tarafını bıraktım ve sadece kurumsal iletişim danışmanlığı kısmını korudum.

Şimdi, bütün bunları niçin yazdım? Övünmek, “bakın ben ne çok yönlü bir kişiyim” demek için mi? Bakın, öyle algılarsanız çok üzülürüm! Bunları yazdım, çünkü “ne iş yapıyorsun” sorusuna ancak böyle doğru bir karşılık verebilirim.  Ama merak etmeyin, bu soruyla karşılaştığım zaman, eşim gibi yapıyorum, yani bu işlerden bir ya da birkaçını duruma göre seçip soruyu kısaca geçiştiriyorum. Karşımdakinin rahatını düşünüyorum.

Aslında bütün bunları yazmamın nedeni bu blogun amacına hizmet etmekti. 21. yüzyılda işin ve istihdamın doğasının nereye doğru gittiği hakkında kişisel bir örnek vermek istedim. Çünkü işler hem hızla çeşitleniyor hem de birbirine geçiyor, “yakınsıyor”. Eskiden akademisyenlerin kullandığı “disiplinlerarası” kavramı bugün insan kaynaklarının has kavramlarından biri haline geldi.

İnanın, sanat ve siyaset dışında, yaptığım bu işlerden hiçbirini planlı programlı bir şekilde bir kariyer olarak ben seçmedim. Bu sonuç, “şeylerin hali”… Kendiliğinden oldu bütün bunlar. Ya da buna Stephan Mallarmé’nin ünlü nitelemesiyle “nesnel tesadüf” diyebilirim.

Eh, artık kısaca toparlayayım: Hayatım işte böyle çeşitlendi, çünkü önce felsefe okudum. Felsefeyi bitirdikten sonra, master’ımı yaparken “oyun teorisi” ile ilgilenmeye başladım. Master’ımın asıl konusu sanat ve siyaset ilişkisi ile ilgiliydi. Ama oyun teorisi beni ekonomi ve uluslararası ilişkilere götürdü. Bu disiplinler de tarih olmadan ayakta duramıyordu. Ben de doktoramı disiplinlerarası bir alanda yaptım. Bilim, teknoloji, özellikle de bilgi ve iletişim teknolojileri oldum olası ilgimi çekerdi (Bunda rahmetli babamın da ciddi payı var). Ben de disiplinlerarası bakışımı özellikle bilim-teknoloji ve iletişim alanına odaklamayı seçtim. (Bu arada sanat ve siyaset varlığını korudu.) Bütün bunları yaparken tek bir şeyin bilincindeydim: eğitimimi üniversitede kariyer yapmak için sürdürmüyordum (nitekim aynı süre içinde çalışıyordum, müzik prodüktörlüğü, konser organizatörlüğü gibi eğlenceli işlerim oldu). Nitekim doktoramı bitirdikten sonra uzun süre üniversitelerle (özellikle de devlet üniversiteleriyle) ilişki kurmamak için direndim. Bugün de ders vermeye başka bir gözle bakıyorum. Ders vermek en az öğrencilerim kadar beni de besliyor. Kişisel bir özelliğim mi bozukluğum mu desem, bir durumum var: hareket etmeden duramıyorum. Sürekli yeni bir şeylerle ilgilenmek zorunda hissediyorum kendimi. Daha önce öğrendiklerimden biriktirdiklerimi (yani deneyim sonucu bilgiye dönüşmüş enformasyonu) ise “kullanıyorum”. Yani kendimi bir tür “bilgi işçisi” olarak tanımlayabilirim.

“Hedeflerim” mi? Bir çok hedefim var. Yukarda saydığım alanların her birinde ürün vermeyi sürdürmek en önemli hedefim. Yaşlandıkça, belki, o da belki, bu alanların sayısını bir miktar azaltabilirim. Ya da hiç aklımda olmayan bambaşka bir işi yapmaya da başlayabilirim (aslında aklımda gourmet yazar, müze küratörü, balıkçı gibi bir kaç alternatif de yok değil hani!). Bilmiyorum. İşin bu kısmını nesnel tesadüflere bırakacağım…

Ee, gençler bütün bunlardan ne öğrenebilir? Mesela on yıl sonra büyük olasılıkla hiç akıllarına gelmeyecek bir işi yapıyor olacakları fikrine alışabilirler. Hatta bu iş muhtemelen şu anda var bile olmayabilir. Giderek hızlanan ve “ağ etkisi” ile birbirine bağlanan bu karmaşık dünyada kazanacakları en önemli yeteneklerin bilgiyle ilgili olacağını da öğrenebilirler. Yani bilgiyi edinme, işleme, diğer bilgilerle ilişkiye sokma, güncelleme, bilgi süreçlerine hakim olma, ama herşeyden önce bilgiyi paylaşarak katma değerini artırma yeteneklerinden söz ediyorum. Bu yeteneğin geliştirilmesi (ki bu öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir yetenektir), hemen her koşula şimdiden hazır olmayı sağlar.

Elbette, bir de kendinize yakışanı bulmanız gerekiyor. Bunun için de önce kendinizi bulmanız ve sürekli aşmanız gerek. (Tabii bu arada kendinize yakışanı giymeyi de ihmal etmeyin!)

İnsan aynı anda birçok iş yapabilir, hepsini gayet iyi de yapabilir. Kendinizi asla azımsamayın.

Dr. Özgür Uçkan

İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Kültür Yönetimi Bölümü

Türkiye İhracatçılar Meclisi  Bilgi Ekonomisi Danışmanı

Türkiye Bilişim Vakfı Bilgi Politikaları Danışmanı

http://www.ozguruckan.com

http://ozguruckanzone.blogspot.com

http://kaotikretorik.wordpress.com